22-08-2020 11:18

Malum, Türkiye Doğu'da olmasına rağmen yüzü Batı'ya dönük olan bir ülke.

Yüzyılı aşan bir süredir bu böyle, Tanzimat'tan beri Avrupa'ya yönelmişiz.

Eskiden beri çokça tartışılan konuların başında Batı'nın teknolojisini alıp, kültürünü almamak; kendi örf ve geleneklerimizle yaşama düşüncesi geliyor.  Batı'nın iyi taraflarını alıp kötü taraflarından uzak durmak gibi konu tartışmalar ciltler dolusu kitaba, saatler süren tartışmalara konu oldu.

Bugün hangisini alıp hangisi almama konusunda kafa şişirmek artık geride kaldı. Bu cahil aklımla sadece kendi penceremden gördüklerini yansıtarak naçizane bir durum tespiti yapmak istiyorum. Burada iki önemli konu can yakıcı bir şekilde üzerinde durulmayı gerektiriyor. Eğitim ve hukuk.

Bilindiği gibi dünyamızda toplumsal çeşitlilikler artık azıldı, dünya genelinde iletişim ve etkileşim olanaklarının artmasıyla birlikte modern ve geleneksel toplum tipleri biraz iç içe geçti.

Bugün Batı dediğimiz gelişmiş ülkelerin çoğunda insan ilişkileri seküler ve modern hukuk ilkelerinin kanıksanmasıyla gayet liberal ve özgür bir biçimde yaşanıyor. Burada çoğunlukla herhangi bir toplumun dini, kültürel değerlerinden ziyade bireysel özgürlükler üzerinden işleyen bir sistem söz konusu.

Türkiye'nin de içinde olduğu bazı ülkelerin toplumsal yapılarında ise buna yönelik bir talep ve yönelim söz konusu olsa da hala geleneksel kültür önemli ölçüde varlığını sürdürüyor.

Son olarak Duygu Delen adlı genç kızımızın elim bir şekilde yaşamını yitirmesi başta olmak üzere kadın ve genç kızlara yönelik ölüme varan aşırı şiddet içeren davranışları da bu minvalde değerlendirmek hata olmasa gerek.

Birincisi, iletişimin kolaylaşmasıyla kültürler arası etkileşim artık daha hızlı ve kolay oluyor. Gençlerimiz başta olmak üzere insanlarımız tıpkı Batı'daki bireyler gibi yaşamak istiyor. Bunu yaparken de kendilerinden bir önceki kuşak olan ebeveynleri ve toplumun diğer kesimleriyle karşı karşıya geliyor. Batı’da bireyler özgürce yaşayıp kararlarını bireysel olarak alabiliyorken bizde mahalle baskısı, ebeveyn kontrolü, daha da ötesinde karşı cinsel olan ilişkilerinde eril sahiplenme gibi ciddi bir durumla da karşı karşıya kalıyorlar.

Batı’da gençler karşı cinsle olan ilişkilerinde tüm kararları kendileri verip herkesten kabul görürken bizde durum biraz daha zor oluyor. Tabi burada unutulan önemli bir unsur Batı’da yerleşen kültürün yüzyılları aşan bir geçmişinin olması, her şeyin liberal bir bakış ve tam oturmuş hukuk sistemi içinde geliştiği, biz de ise hukuk yapısı başta olmak üzere pek çok engelin bulunduğu.

Örneğin Batı’da genç bir kız veya kadın karşı cinsle olan ilişkisine başlarken de sonlandırırken de ailesinden destek gördüğü gibi karşı taraf da bir ayrılık kararını (istisnalar hariç) gayet doğal karşılayıp gündelik hayattaki karşılaşmalarda bunu bir düşmanlık konusu haline getirmiyor.

Bizde ise ataerkil aile biçimi, toplumsal anlayış başta olmak üzere pek çok unsur gençlerin karşı cinsle olan ilişkilerine sınırlar getirdiği için ilişkiler de genellikle gizli saklı yürütülüyor. Gençlerin birbirlerini tanıyacak ortamları olmadığı ve dahası aile ve okul eğitiminde bu konular tabu olarak görüldüğü için de daha çok sosyal medya ve sınırlı ortamlar üzerinden gelişen ilişkilerde bireylerin birbirini tanıma imkanları da sınırlı oluyor. Ardından anlaşmazlık durumlarda erkek ayrılık kararı aldığında bu sorun haline gelmediği gibi tersi durumda ise kıyamet kopuyor.

Dedik ya “Batı’daki gibi yaşamak istiyoruz” !

Evet, Batı’daki gibi yaşamak istiyoruz ama “nimet”lerini alıp Ora’nın özgürlükçü ve insan haklarına dayanan hukuk sisteminin gereklerini yerine getirmeye de pek yanaşmıyoruz!

Kıyamet de buradan kopuyor.

O güne kadar gayet modern davranın erkek, kendisi beğenmeyip ayrılırken “elinin kiri” gibi bir tarafa atmayı olağan saydığı kadının ayrılık kararı almasını ise anında “namus meselesi” telakki edip, “kendisine ait olan bir mal”ın elinden alınması mantığıyla her türlü şiddet ve zorbalığı bir hak olarak görüyor.

Uzun bir yazı oldu, nihayete erdirecek olursak; ebeveynler önce erkek çocuklarını iyi eğitmeli. Onlara dünyada yaşayan tek canlının kendileri olmadığını iyi anlatmalı, dünyanın kendi eksenleri etrafında döndüğünü sanacak davranışları önce kendileri sergilememeli, kadının bir meta değil kendileri gibi toplumun yarısını oluşturan bireyler olduğu, tıpkı kendileri gibi karar alma ve yaşama haklarının olduğunu sindire sindire öğretmelidir.

Kız çocuklarına ise her şeyi öcü ve tehlikeymiş gibi gösterip, “Yarın adın çıkarsa rezil oluruz, baban seni keser” yaklaşımı yerine Onlar’ın da eşit bireyler olarak toplumda yaşamaları gerektiği, alacakları kararların “mantıklı sonunun tehlikesiz olması için” kendileri tarafından saygıyla karşılanacağı, ailesinin desteğinin mutlaka yanlarında olacağı düşüncesiyle yetiştirmelidir. Ki kız çocuğu da aldığı kararı gizli saklı tutmayıp ailesiyle paylaşma ve onların tecrübelerinden yararlanmada bir sakınca görmemeli.

İşin en sonunda ise hukuk düzenimizi kadın ve çocuk başta olmak üzere şiddete uğrayan kişileri koruyup kollayacak niteliğe büründürmemiz gerekiyor. Bu yaşadıklarımızda son yıllarda yapılan/yapılmak istenen bazı düzenlemelere rağmen hale büyük eksikleri bulunan hukuk sistemimizin/hukuki uygulamaların büyük bir rolü var elbet.

Kağıt üzerinde gayet güzel kanunlarımızın olması yetmiyor, uygulamaların da vaktinde ve yerinde olması gerekiyor.